Geçtiğimiz hafta mahkeme salonunda Avukat Ersan Şen’in savunmasını dinlerken geçmişim bir film şeridi gibi aktı gözlerimin önünden…
Mahkemede görülen dava, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde birlikte çalıştığım Yavuz Saltık’ın, PKK terör örgütüne destek verdiği iddiası..
Siyasete adım attığım Refah Partisi döneminden bugüne kadar enteresan bir durumla karşı karşıyaydım.
Birlikte çalıştığım insanlar veya kurumlarla ilgili mütemadiyen bir kavganın içerisinde buldum kendimi. Hayatımın, Avukat Ersan Şen gibi savunmayla geçtiğini fark ettim.
“Sorun bende mi?” diye hep sorguladım kendimi… Hep mi yanlış yerdeydim? Kısa bir “zamanda yolculuk” yaptım…
İlk hayal kırıklığımı yaşadığım tarihe, 1998’e gittim. Aktif siyaset yaptığım, sosyalleşebildiğim Refah Partisi kapatılıyordu. “Cumhuriyet düşmanı” ilan edilmiştik ve partimiz “Laik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri bulunması” gerekçesiyle kapatılıyordu.
Anlam verememiştim, bizim ne Cumhuriyetle ne de laiklik ilkesiyle sorunumuz vardı. Hiçbir toplantıda bu anlamda bir söylem duymamıştım. Ülkemizde başörtümüzle özgür yaşamak istiyorduk sadece.
Ondan bir yıl sonra yani tarihler 1999’u gösterdiğinde, Tayyip Bey okuduğu bir şiir yüzünden “halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği” gerekçesiyle ceza almıştı.
Yine anlam verememiştim; Tayyip Bey’i tanıyordum, yıllarca birlikte çalışmıştık ve isnat edilen suçla ilgili bir eylemine şahit olmamıştım.
Ardından genel seçimlerde birlikte siyaset yaptığım Merve Kavakçı meclise başörtüsüyle girmek isteyince kovulmuştu. Gerekçe ise “Başörtüsüyle meclise girerek devlete meydan okuması” olarak gösterilmişti.
Yine anlam verememiştim, Merve arkadaşımdı ve hiç öyle meydan okuyacak bir insan değildi. Yaşadığın ülkenin millet meclisinde olmak istemek kadar doğal ne olabilirdi ki? Merve’nin ve ailesinin o dönem yaşadığı medya baskısını da hiç unutmadım.
Medya haberlerinden etkilenen akrabalarım ve komşularımın “Bak birlikte çalıştığın insanlar işte” sözleri de üstüne tuz biber ekiyordu. “Ben bu insanları tanıyorum, birlikte çalışıyorum, öyle insanlar değil.” dediğimde de aldığım cevap “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Yapmıştır bir şeyler…” oluyordu. Yani devleti yönetenler öyle söylüyorsa elbet bir bildikleri vardı.
2023 yılında da benzer şeyleri yaşıyor olmak, geleceğe dair ümitlerimi tüketiyor.
Avukat Ersan Şen’in “Yargı, siyasetçilerin hesaplaşma yeri değildir. Maalesef Türkiye’de yıllardır bu yapılıyor.” sözleri geçmişle bugünü ne kadar net özetliyor.
Siyaseten güçlü olan, güçlenmeye çalışanı bir şekilde susturmaya çalışıyor. Dün yukarıda bahsettiğim şekilde “Cumhuriyet karşıtı” ilan etmek prim yapıyordu, bugün ise FETÖ ve PKK ile ilişkilendirmek prim yapıyor.
Dün olduğu gibi bugün de birlikte çalıştığım insanların yaftalanmasını kabul etmeyeceğim. 90’lı yıllarda Necmettin Erbakan’a, R. Tayyip Erdoğan’a, Merve Kavakçı’ya yaşatılanların 2000’li yıllarda Ekrem İmamoğlu’na, Yavuz Saltık’a ya da bir başkasına yaşatılmasına itiraz edeceğim. Hayatımın hiçbir döneminde güçlüden yana tavır almadım ve almaya da niyetim yok. Benim arzum adaletin herkes için sağlanması. Çünkü kimsenin siyasi partisi ya da inancı beni ilgilendirmiyor. Kimin güç sahibi olduğu da ilgilendirmiyor. Beni, kişilerin bizim ve ülkemiz için yaptıkları beni daha çok ilgilendiriyor. Bu sebeple de yaşadığım müddetçe adaletli ve vicdan sahibi bir insan olmaya çalışacağım.
İnsanları devlet düşmanlığıyla veya terörle ilişkilendirmek bu kadar kolay olmamalı…