“Anadolu coğrafyası en tehlikeli coğrafyadır. Tarihe baktığımız zaman Anadolu coğrafyasında yaşayan milletlerin, 3000-4000 sene varlığını sürdürmüş olanların dahi silinip gittiğini görüyoruz. Uzun yıllar varlığını sürdüren Ermeni toplumu Anadolu’dan silindi. Bu durumun meydana gelmesinde kim haklı kim haksız tartışmasına girmiyorum, sonuca bakalım. Anadolu, bu topraklar üzerinde yaşamayı şu veya bu nedenle sürdürememiş milletler ve devletler mezarlığıdır ve bizim sonumuzun da oraya doğru gitmesi mümkündür. Biz Anadolu’ya geleli 1000 sene bile olmadı; Ermeniler 4000 sene, Yunanlılar 3000 sene yaşadı.
Hiç zannetmeyelim ki; biz Anadolu’da sabitiz, ne yaparsak, birbirimizi yesek de burası bizim kalacak, biz burada kalıcıyız. Kazın ayağı öyle değil.
- Kemal Atatürk ve arkadaşları son çabayla tarihin akışını tersine çevirdi ama bunun üzerinden henüz üzerinden 90 sene geçti. İnsan yaşamı için uzun ama millet yaşamı için çok kısa bir süredir doksan yıl. Hani hasbelkader yüce Meclis’in çatısı altına girip Cumhuriyete sadakat yemini etmiş Ak Parti Balıkesir Milletvekili Tülay Babuşçu vardı. Cumhuriyet için “reklam arası” demişti. Cumhuriyet’in oynayan “normal film” mi, “reklam arası” mı olup olmadığına biz karar vereceğiz.”
Bu sözler Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Murat Engin’e ait.
Kendisiyle 2015 yılında Hürriyet’te yazarken ülkemizdeki hukuk sistemiyle ilgili sorunları konuştuğumuz bir söyleşi yapmıştım. Beni çok etkileyen bir sohbetti. Okumak isteyenler için ilgili linki yazının sonunda paylaşacağım.
Murat Hoca ile 9 yıl önce konuştuğumuz hukuksuzluğun, bugün güncelliğini koruyor olması maalesef üzücü. Üzücü olan bir diğer husus ise Cumhuriyetin sahipsizliği… Bu sözlerime itirazların geleceğini biliyorum ama kimse kusura bakmasın, bir vatandaş olarak böyle hissediyorum. Cumhuriyeti salt kutlanacak bir bayram olarak görmenin haksızlık olduğunu düşünüyorum. Bir yaşam tarzı olarak, demokrasiyle, hukuk sistemiyle sahip çıkılması gereken bir değer olduğuna ve bu değerin hakkının da korunmak olduğuna inanıyorum. Elbette Cumhuriyetin ilân edildiği tarih olan 29 Ekim’de etkinlikler, kutlamalar, törenler olmalıdır lakin bu organizasyonlar Cumhuriyete sahip olmanın verdiği onur ve gururu sıklıkla dile getiren belirli sanatçılara yüksek meblağda ücretler ödenerek olmamalıdır. Resmi bayramlar, sanatçılarımıza maddi katkı sağlama fırsatı sunan etkinlikler değildir ve bu anlayışa da dönüştürülmemelidir.
Muhafazakâr veya laik ayrımı yapmadan toplum olarak Cumhuriyete sıkı sıkı sarılmamız gerekiyor. Birileri bizim için iyi senaryolar yazmıyor ve biz ne hikmetse mütemadiyen tekrarlanan olaylara “Bize bir şey olmaz” edasıyla yaklaşıyoruz. Aklımızı başımıza toplamazsak ne kutlayacak bir Cumhuriyetimiz ne de kavga edecek “karşı bir mahallemiz” olmayacak. Birbirimizden başka dostumuz yok.
İtiraf etmeliyim ki ben, bugüne kadarki Cumhuriyet bayramlarında falan sosyal medyada özellikle paylaşılan bir fotoğraf karesi ve altına düşülen nota çok takılırdım. Bahsettiğim fotoğraf karesi; Atatürk dönemine ait, başı açık kadınlardan oluşan bir kare… Altına düşülen not da; “İşte, Atatürk Türkiyesi’nin örnek Cumhuriyet kadını” sözüdür. İnanır mısınız artık buna takılıp üzülmek bile lüks geliyor. Kim ne istiyorsa onu düşünsün kim nasıl istiyorsa öyle etiketlesin yeter ki Cumhuriyete birlikte sahip çıkalım.
Kimsenin keyfini kaçırmak, coşkusunu bozmak istemem lakin komşu ülkelerde ve ülkemizde yaşananları göz önüne aldığımda Cumhuriyetimizin geleceği adına endişeleniyorum.
“Yaşasın Cumhuriyet!” demek kolay, mesele Cumhuriyeti yaşatmak…
Cumhuriyetimizin 101. yıldönümü kutlu olsun.